Cafe, bar, restaurant
.
20 Ocak 2022
.

 İnsanoğlu ateşi bulduğu günden itibaren iç hava sorunlarıyla karşılaştı. Mağaralarda solunan dumanın insan ömrünü azalttığı kısa sürede öğrenildi. Mağara tavanına açılan bir delikten dumanı uzaklaştırmayı öğrenen insanoğlu, sonraki bin yıllarda da iç hava sorunlarıyla uğraşmak zorunda kaldı. Mısır piramitlerinin yapımında çalışan işçilerden içeride çalışanların, dışarıda çalışanlardan daha fazla solunum hastalıklarına yakalandıkları gözlemlendi. Romalılar, dumansız ısınabilmek için döşemeden ısıtmayı keşfetti. 11. yüzyılda ise İbn-i Haldun, Mukaddime adlı eserinde hava kirliliğinin hastalıklara neden olacağına işaret etti.

16. yüzyıla gelindiğinde İngiltere Kralı I. Charles, binalarda kirli havanın etkisini azaltmak için bir dizi kural getirdi. Bunlar arasında 3 metreden yüksek tavanlar, boyu eninden daha fazla olan pencereler, oda taban alanına göre pencere alanının belirlenmesi, vb. gibi inşaat kuralları hep, içerideki dumanın ve kirli havanın dışarı atılmasını amaçlıyordu.

18. yüzyıla gelindiğinde, Lavosier’in karbondioksiti bulmasıyla, bu gazın hava kirliliği üzerindeki etkileri tartışılmaya ve araştırılmaya başlandı. Karbondioksit önceleri zehirleyici bir gaz olarak kabul edildi.

1853’te Kırım Savaşı sırasında İstanbul’daki hastaneler yaralılarla dolup taşarken, havasız mekânlarda yaralıların iyileşmesinin çok uzun sürdüğünü gözlemlendi. Önceleri bunun, havadaki yoğun karbondioksitle bağlantılı olabileceğini düşünen doktorlar, daha sonra esas nedenin, yaralılardan yayılan mikropların yetersiz havalandırma nedeniyle uygun yayılma ortamı bulması olduğunu anladılar.

Karbondioksit, kokusuz, renksiz ve zehirli olmayan bir gazdır. Birçok kişi karbondioksiti zehirli bir gaz zanneder oysa bu, vücudumuzun ürettiği bir gazdır. Zehirli olan karbondioksit değil, eksik bir yanma ürünü olan karbon monoksittir. Soluğumuzda 38.000 ppm karbondioksit mevcuttur. Karbondioksitin iç mekânlardaki kaynağı yalnızca solunum veya açık ateştir. Bunun başka bir kaynağı yoktur. İnsan ortalama olarak saniyede yaklaşık 0,005 litre karbondioksit üretir. Bu nedenle karbondioksit, içerdeki insan sayısının belirlenmesi için bir faktör olarak kullanılabilir. Bugün kapalı konteynerlerdeki kaçak göçmenleri, sınır polisleri karbondioksit detektörüyle yakalıyor.

Solunan havadaki karbondioksit miktarı ve buna bağlı olarak gerekli olan taze hava miktarının saptanabilmesi için 19. yüzyıldan itibaren sayısız deney yapılmıştır. 1836’da Tredgold, maden işçileri üzerinde yaptığı deneylerde, insanın metabolik olarak ihtiyacı olan taze hava miktarını kişi başına 2,5 L/s olarak saptamıştır. 1862’de Pettenkofer karbondioksitin aslında havayı kirletici bir faktör olmadığını, ancak kirliliğin bir ölçütü olarak kullanılabileceğini ileri sürdü. Daha sonra yapılan sayısız deney de bu savı doğrulamıştır. 20. yüzyıl başlarında yapılan kapalı oda deneylerinde, insanların 10.000 ppm gibi karbondioksit oranlarını tolere edebildikleri, hatta 23.000 ppm gibi çok yüksek oranların bile hayati bir tehlike oluşturmadığı ispatlanmıştır.

ASHRAE’nin (American Society of Heating Refrigerating and Air Conditioning Engineers) 1989 yılında yayımlamış olduğu 62 Nolu Havalandırma Standardında, ofis çalışanları için karbondioksit limiti 1000 ppm olarak belirlenmiştir. ABDde işyeri çalışma koşullarını belirleyen OSHA (Occupational Safety and Health Agency) ise bu limiti haftada 40 saati aşmamak kaydıyla 5000 ppm olarak belirlemiştir. ASHRAE Standart 62 ayrıca, karbondioksitin kendi başına bir kirletici olmadığını, ancak insanlardan kaynaklanan kirli havanın bir ölçütü olduğunu kabul etmiştir.

Atmosferdeki karbondioksitin standart ölçümü, Pasifik Okyanusunun ortasında bir adada yapılmaktadır. Bu oran sanayi devrimi öncesinde 280 ppm civarındayken, günümüzde fosil yakıtların tüketimiyle giderek yükselmektedir. Bunun yol açtığı sera etkisiyle ortaya çıkan küresel ısınma günümüzde herkesin gündeminde olan bir konudur. Bugün atmosferdeki karbondioksit oranı 390 ppm civarındadır ve ne yazık ki her yıl 2 ppm artmaktadır.

ASHRAE’nin ve OSHA’nın belirlemiş olduğu karbondioksit limitlerinin iyi bilinmesinde yarar vardır, çünkü günümüzde bazı binalarda hava kirliliğinin bir göstergesi olarak ölçülmeye başlanan karbondioksit oranına bağlı  olarak klima santrallerinde dış hava miktarı ayarlanmaktadır. Buna göre karbondioksit oranı, 1000 ppmin altında olduğu müddetçe, dış havaya gereksinim yoktur. Oysa birçok işletmede, bina otomasyon sistemleri çok daha az karbondioksit oranına ayarlanmakta, böylece hiç gerekmediği halde içeriye taze hava pompalanmaya devam edilmektedir. Bugün İstanbul’da dış havadaki karbondioksit oranı 400 ile 600 ppm arasında değişmektedir. Bazı işletmelerde karbondioksit hissedicileri 500 ppm’e ayarlanmakta, bu yüzden de klima santralleri daima % 100 taze hava ile çalışmak durumunda bırakılmaktadırlar. Bu ise, enerjinin son derece pahalı olduğu günümüzde büyük bir israf anlamına gelmektedir.

İç mekânda hava kirliliğini oluşturan çeşitli faktörler vardır. Bunlar insan burnunda bulunan olfactory hücreleri tarafından algılanırlar. İnsan burnu yaklaşık 500 bin kimyasalı ayırt edebilmektedir ve bu koku algılaması iki parametreye bağlıdır:
Yoğunluk (kantitatif) faktörü (I), 
İticilik (kalitatif) faktörü (K).

Algılanan kokunun yoğunluğu, Weber tarafından bu iki parametreyle aşağıdaki şekilde formüle edilmiştir:
S = K log I

Buradan görüldüğü üzere algılanan koku, yoğunluğun logaritmasıyla orantılıdır. Bu şu anlama gelmektedir içerde herhangi bir kokudan 1 ppm varsa, odaya girer girmez bunu derhal hissedebilirsiniz. Fakat içerde aynı kokudan 100 ppm varsa, bunu 100 katı olarak değil, ancak 10 katı olarak hissediyorsunuz.

İnsanların algıladıkları koku miktarı, aslında İç Hava Kalitesi’nin (İHK) doğrudan doğruya bir ölçüsüdür. 1935te Lambert ve Yaglou, insan burnunun hava kalitesi sensörü olarak kullanılıp kullanılamayacağını araştırdılar. Yaptıkları deneylerde, bir kanaldan geçen belli debideki havaya belli oranda koku molekülleri enjekte ediliyor ve kanal üzerindeki deliklerden, koku alma duyguları çok kuvvetli 10 denekten, burunlarını kanala sokarak hissettikleri koku derecesini ölçmeleri isteniyor. Lambert koku indeksi bu şekilde geliştirilmiştir. Bu indeks, 0 ile 5 arasında değişir ve 2 indeksi, normal bir koku olarak kabul edilir.

Bu deneyler sırasında, insanın kendisinin de bir koku kaynağı olduğu, bunun bir koku ölçüm standardı olarak kullanılabilmesi düşüncesi gelişmiştir. Aslında bu kokunun nedeni, koltuk altında bulunan bir bakterinin salgıladığı asittir. Erkeklerin % 97’sinde, kadınların ise % 67’sinde bu bakteri vardır.

Burada standart insan, 3 günde iki defa banyo yapan, her gün çamaşır değiştiren ve normal bir aktivitede (ofis çalışanı gibi) bulunan bir insan kabul ediliyor. İşte böyle standart bir insanın yaydığı koku miktarına 1 olf adı veriliyor.

“Olf”, bir kirlilik kaynağındaki yoğunluğu ölçmek için kullanılan bir birimdir. Danimarka’lı Prof. Dr. P.Ole FANGER “Olf” kavramını tarafından Latince’deki “kokulu” anlamındaki “olfactus” sözcüğünden türetmiştir. 

Dikkat edilirse, sigara içen bir insan, 25 standart insan kadar hava kirliliği yaratmaktadır. Üstelik bu insan sigara içmezken dahi, 6 standart insan kadar kirlilik yaratır. Bu rakamlar, neden birçok işyerinde sigaranın yasaklandığını açıklamaya yetmektedir. Sigara içen insanın, çalıştığı yerin havalandırma faturasına katkısı son derece açıktır.

İnsan tarafından üretilen kokunun, insan burnu tarafından algılanmasıysa, herhangi bir mekândaki hava kalitesini belirleyen unsurdur yani, mekândaki kokunun algılanma miktarıdır. Bu algılama, olf cinsinden üretilen kirliliğe bağlı olduğu kadar, o mekânın havalandırılması ile de yakından ilgilidir.

Bunu tanımlamak için geliştirilmiş olan birime desipol adı verilir. Desipol algılanan hava kalitesini ölçmek için kullanılan bir birimdir. Danimarkalı Prof. P. Ole Fanger tarafından geliştirilmiştir.

Tanım olarak: 1 desipol = İçinde 1 olf koku üretilen bir odaya 10 L/s taze hava verildiğinde insan burnunun algıladığı kokudur. Yani;
1 desipol = 1 olf / 10 L/s = 0,1 olf / L/s

Kısacası desipol, algılanan iç hava kalitesinin bir ölçüsüdür. Bazı mekânlardaki Desipol değerleri şöyledir:

 0,01 desipol: Dağ veya açık denizlerdeki hava,
 0,1 desipol: Şehir havası,
 1,0 desipol: Sağlıklı bina havası,
 1,4 desipol: Kabul edilir bina havası (% 80 tarafından),
 10 desipol: Hasta bina havası.

Öte yandan, bazı bina malzemelerinin de hava kirliliği ürettiği tespit edilmiştir. Mesela yaygın olarak kullanılan sunta ve MDF’nin yaymış olduğu kirlilikler oldukça fazladır.

Çeşitli bina malzemelerinin yarattığı hava kirlilik oranları şöyledir:

 Sunta, MDF: 2,4 desipol,
 Sentetik halılar: 3,4 desipol,
 Boyanmış duvar: 2,1 desipol,
 Mastik, vb. malzeme: 3,0 desipol,
 Cila: 3,7 desipol,
 Tütün dumanı: 14,4 desipol.